26 Nisan 2011 Salı

Neler oluyor?

Gunler akip gidiyor ve ben yetisemiyorum. Yazacak oyle sey var ve ben o kadar yorgunum ki. Geleli tam iki hafta oldu ve ben bu iki haftada iki aya sigacak kadar cok sey yasadim. Nerden baslasam nerden baslasam en iyisi en bastan baslamak. Tasi taragi toplayip kondum buraya ve suan sanki bir filmin ya da hayalin icindeymisim gibi. Koreli, Japon, Israil ve Rusya'dan gelmis sinif arkadaslarim, mimiklerini muthis kullanabilen eglenceli ispanyolca ogretmenim Elena, italyan patronum Alice, eglenmeye doymak bilmeyen  bir alman ve amerikaliya couchsurfing evlerinde pek mutlu mesut yasayan yeryuzunun en sicakkanli insani ve buradaki en gercek arkadasim Nasy, erasmusla geldigi ispanyaya 1 senelik madrid macerasina 1 senelik barcelona macerasi ekleyen italyan Francesco, cay icerken Nasy sayesinde tanistigim ve Recep Tayyip Erdogani basbakan olarak isteyen (saka degil) yunanli Nikolas, kendini katalan ve ispanyol her ikisi birden hisseden sevgilim ve bir de ben... Belki de atladigim niceleri. Karadeniz fikrasi tadinda bardaga opucuk diyip kopuyor (beso , vaso), spanenglsih cumlelerle cat pat konusmaya calisiyor ve burada yasamaya calisiyoruz. Ekmege dometes surup uzerine zeytinyagi gezdiriyoruz kahvalti da. Ders aralarinda hergun ayni yerden kahve aliyoruz. Cay ben iciyorum sadece. Ve satici hergun sut de koyim mi diye soruyor ve ben her gun ben ingiliz diye yanitliyorum onu gulusuyoruz. Metroya bindigimizde tanimadigimiz insanlara Hola! diyip kocaman gulumsuyoruz. Arabalar trafik lambalarinin oldugu yaya gecitlerinde yol veriyor, herkes tesekkur ederken ben sasirmaktan karsiya gecemiyorum. Buyuk kucuk farketmez erkeklerin hepsi yol veriyor, kapini tutuyor.


 Hava cok guzel, ben cok mutluyum bir de su ozlem olmasa....

18 Nisan 2011 Pazartesi

Marcet de la Bogueria






Yengecler, karidesler, kalamarlar ve bana gore turlu turlu bocekler.. Deniz kestaneleri, yildizlari, kabuklari , midyeler... Tropik meyveler, rengarenk sekerler. kahvenin tum tonlarinda cikolatalar. cristmas tatlisi olarak bilinen turronlar. ayak ustu atistirmalik tapas barlar... La Bogueria demek acikmak demek. ispanyol kadin saticilarla sohbet edip taze meyve suyu satan barlarinda bogurtlen ve hindistan cevizi karisimiyla yapilmis meyve sulariyla huzur ermek demek. He tabi birde dunyanin nimetlerine sukredip koskoca huzurla eve donmek var ki apayri...

11 Nisan 2011 Pazartesi

echo de menos

Eğer bir insana olan sevgimi, çiğköfte, lahmacun ve sucuk'a olan ebedi tutkumla anlatıyorsam, ben o insanı tarifsiz seviyorum demektir. Bir de bunu dile getirdeysem, en çok onu özlicem demektir. Bir elin parmağı kadarlar, ama iyi ki varlar! Özlicem. Çok...

9 Nisan 2011 Cumartesi

Los dos ultimas dias! Son iki gün!

Tel peynir, kızarmış ekmek, sen seversin diye pişen köfte...
Gitmeme yaklaştıkça duygusala bağlıyorum. Son bir haftayı fazla uçlarda geçirdim. Çok özleyeceğim insanları bir müddet için  "sonra görüşürüz ve seni özlicem" dedim.

 Hem duygusala bağlıyorum, hem de güçleniyorum. Perşembe günü yurtdışı çıkış harcımı yatırırken, Ziraat Bankası'nın Beylerbeyi şubesinde genç bir bankacı vardı. Ve hayatımda ilk defa, müşterisiyle gerçekten ilgilinen bir devlet memuru ile tanıştım. Elimde pasaportum, yurtdışı çıkış harcı yatırmak istediğimi söyledim, adam işlemlerimi yaparken;

- Yolculuk nereye?. diye sordu.
Ben galiba biraz fazlaca kafası karışık olarak;
- Barcelona. diye yanıtladım.
- Erasmus mu?
- Hayır, dil kursu, hem de gönüllü bir kuruluşta çalışacağım. Aslında İspanya 90 günlük vize verdi, ben de biraz para biriktrimiştim, öyle gidiyorum işte. İyi mi yapıyorum, kötü mü bilmiyorum ama.

Hayır bu kadar detaydan adama neyse, niye anlatıyorsam. Neyse adam işlemimi yaptı, makbuzumu verirken, kocaman gülümsedi, bir de " Umarım orada çok mutlu olursun" diye ekledi. Ben teşekkür ettim, biraz da gözlerim doldu. Hayda kızım iyice kafayı yedin sen, fazla duygusala bağladın giderayak, hayırdır noluyo, gidicem de gidicem diyordun, ne perhiz ne lahana turşusu. Kendisi eminki bir sonraki müşteri de beni unutmuştur, ama ben buradan kocaman bir teşekkür etmek istiyorum, ne iyi geldi o beş kelime bana bir bilse...

Valizimin bir kısmını hatırladım. O kadar az şey götürüyorum ki. Alınması gereken şeyleri de bir liste yaptım, bir kısmını oradan alayım dedim, hani yeni ülkeyle ben de yenileneyim diye. Salı günüde kursa kesin kaydım yaptırmıştım ya, Sevgili kursum, soyadıma bir nokta ekledi. Yeni biri isimde verdi yani bana daha gitmeden...  Umarım SCI'dakilerle bu hafta görüşürüm ve bir an önce çalışmaya başlarım da, günler dolu dolu geçer. Gerçi gider gitmez, kaçırdığım ilk haftayı telafi etmek için pek çalışmam gerekiyor. Bu arada çalışmak demişken bu sene ne kadar körelmişim, şu yazıyı bile yazarken o kadar zorlanıyorum ki. Tam mekanik çalışan mantığına bürünmüşüm. Uyy gorgunç. En azından bir müddet öğrenmek iyi gelecek. Şimdiden başladım zaten, sevgili İnci Kut'un kitabından hop hop, ilk iki ünite bitti. Fiil çekimleri kastıracak gibi görünüyor ama mucho animo diyorum kendi. Haydi bakalım göreyim seni der gibi yani. Şaka bir yana tekrardan öğrenmeye başlamak bana çok iyi geldi, keşke bir ömür öğrenci kalsam ya...


http://www.youtube.com/watch?v=1tP1umpp4M4

Hasta Luego.

4 Nisan 2011 Pazartesi

desear


una alumna extranjero

Gitmeme tamı tamına bir hafta kaldı. Bugün kursa kesin kaydımı yaptırdım. Kendisi La Rambla'nın başında (başından kastım sahile yakın, Cristof Colomb tarafına) Drannes durağında inince hemen fırt ilk arada. Adı Escuela Mediterraneo. Bunu arkadaşımın bir arkadaşı vesilesi ile ucuz kurs ararken bulmuştum. Direkt mail ile irtibata geçince tarihler ve detaylar konusunda da inanılmaz yardımcı oluyorlar. Fiyatlarını görünce ben şaka yapıyorlar herhalde, kayıt parası ve kitap parası pek fazladır, bir hinlik vardır bunda diye düşünürken, hayır efendim hiç de öyle olmadı. Kurstan içeri girdiğimde, adını ve henüz nereli olduğunu bilmediğim ama yüzüne bakınca uzakdoğulu olduğunu tahmin ettiğim bir kız karşıladı beni. Kursun 4 Nisan'da başlangıç seviyesi için açılacağını biliyordum. Sayılar, numaralar, kelimelerle de aram iyiydi. Hem bir de İstanbul'a geri dönüp annem'i ikna etme ve gönül rahatlığıyla kayıt yaptırmak vardı, o yüzden ikinci haftadan itibaren kursa başlamaya karar verdim. Hafta içi her gün 11.00 ve 13.00 arası olan sevgili kursumun bir aylık toplam ücreti 205 euro. Cervantes'in İstanbul'daki fiyatlarının nerdeyse yarısı. 30 euro bir kayıt ücreti ve 10 euro da kitap için bir ücret alıyorlar. Haydi bakalım hayırlısı derken bugün itibariyle kayıt da olmuş bulunmaktayım!

Madem ilk haftayı kaçıracaktım, livemocha ve ispanyol.com artık hak getire dedim ve bugün gidip İnci Kut'un  Yoğun Metodla İspanyolca kitabını aldım. Kelime bilmem ve livemocha alıştırmaları bayağı işe yaradı. İlk ünite bittiğinde "anlıyorum ben anlıyorum aslında yaa" havalarına girdim bile. (muy bien) Haydi bakalım artık ne diyeyim.

Bir de sözlük almam gerek, ama zira sahaflardan alayım diyorum, kitap evleri çok pahalı geldi, ya da bu ara ben çok cimriyim hangisi pek bilemedim. Neyse daha altı gün, görülecek pek çok insan ve alınması gereken bir sürü şey var. Onu da alacağım artık bilhare.

tranqulio tranqulio, manana manana
Sakin, sakin, yarın bakarız, yaparız, hallederiz diyerekten bitiriyorum şimdilik.

Buenas Noches

3 Nisan 2011 Pazar

Summertime - 2010


Photography by Deniz Tarı

"Gecenin icinde fenerle yürümek, bulutlu günden iyidir."

Bu hikaye nasıl başladıya bakınca gözümün önüne son bir kaç ayda yaşananlar geliyor sadece. Ama derine inip, orta bir yerlerde dışardan bakınca, bir kaç ayın çok daha ilerisine gidiveriyor. Aslına bakarsak hikaye nerede başladı  tam olarak bir türlü bilinemiyor. Herşey Soto Del Real gibi küçük bir İspanyol kasabasının beni bir yol hikayesine dahil edişiyle daha netleşti diyebiliyorum sadece. Önce merak vardı, ama sonrası çorap söküğü gibi, başladığı gibi gelişeverdi. Ben nerede bu hikayeye dahil oldum, aslında en başından beri bu hikayedemiydim, şimdi bugün elimde 11 Nisan 2011 tarihli uçak bileti varken kestirmek bi hayli zor.

Mezuniyet bana göre insan hayatındaki en büyük, atlatılması zaman isteyen en büyük tramvalardan biri. Çünkü biz yıllarca tüm mutluluğun doğru şıkları seçebileceğimize, böyle yaptığımız takdirde mutlu ve normal olabileceğimize inandırıldık. Ama gerçek hayat ne yazık ki öyle değil. Buralara girersem hikayeye başlayamayacağım bile. En iyisi ortalarda bi yerlerden devam etmek. Velhasıl Soto Del Real'e doğru yola çıktığım o günlerde bugünki içsel karmaşalarımda çok daha uzakta, hayattan daha az şey isteyen ve bekleyen, herşeyi kabullenmeye hazır biriydim denebilir. Eğer oraya hiç gitmeseydim eminim şuan bu yazıyı yazmak yerine, başka şeyler yapıyor olabilirdim. Neye inanırsak onu yaşıyoruz galiba ki, ben şuan elimde bu bileti tutuyorum.

Bir hafta öncesinde hayatımı değiştirdim, iş aramayı ve İstanbul'da birşeyler yapmayı bırakıp, Barcelona'da yaşamaya karar verdim. Aslında bu bir anlık bir karar değildi, ve sadece benim karar vermeme de bağlı değildi. Para, vize vs. sorunları. Ama görüyorum ki sanki bugüne kadar olan herşey bunu yaşamam içinmiş.

Mezuniyet sonrası çıktığımız 8 ülke 16 şehirlik interrail, ve üzerinden ne kadar zaman geçerse geçsin tekrar tekrar hatırlanacak olan çalışma kampı sonrası Ağustos ayının ortasında koca bir boşluğun içinde deyim yerindeyse eşşekten düşmüş kapruz gibiydim. Daha yeni mezun olmuştum, hayatta ne yapmak istediğim hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Sadece gitmeye odaklanmıştım. Bu yıldan amacım bir evs projesi bulmak, aynı zamanda para biriktirmek, evs projesi olmazsa ise eh artık biriktirdiğim kadar ile bir dil kursuna gidebilmekti. Aylarca araştırılmadık website, yazılmadık evs projesi bırakmadım. Ama öyle ya da böyle bir şekilde her kapı birer birer suratıma kapandı. Aslında dışardan bakınca pek de fena bir hayatım yoktu.  Dergi'de çalışıyor, kurumsal dergiler için yazılar yazıyordum. Kimi yazdıklarımı çok seviyor, kimisini gereksiz buluyordum. Dergiye iki gün gidiyor, geri kalan günler para kazanmak için saçma sapan part time ve organizasyon işlerinde çalışıyordum. 4 yıl boyunca sürmüş olduğum üniversite hayatının yerinde yeller esiyordu. Herşey bana yabancı gibiydi, hiçbirşey yapmaya gerek dahi durmuyordum. Sürekli bir çırpınma ve oldurma hali içindeyken, hiçbirşey olamıyorum. Olduğum yerde çocukken döndürdüğümüz tasolar gibi dönüyordum. Bu durup durup dönme hali uzun bir müddet devam etti. Ocak ayının ortasında Spanair'in yaptığı kampanya ile kendime bir jest yapmaya karar verdim. Üçüncü kere Barcelona'ya yola düşmeye karar verdim. Dergide çalıştığım günlere göre, gidiş dönüş tarihlerimi ayarladım ve biletleri aldım. Ama o zamanlar bir ay sonra oradan ayrılacağımdan bir haberdim orası ayrı. Şubat çabucak geçer derken, her geçen gün biraz daha büyüdü, kocaman oldu. Şubat sonunda birlikte çalıştığım Editör'üm Ajans'tan ayrılınca bana da oraya ve oradakilere güle güle demek düştü. Sonra iyice bir boşluktu. Öğrenci hayatım boyunca çalıştığım en eğlenceli ve severek yaptığım sektör dergiydi. Ve bilindiği üzere büyük medya kuruluşlarında iş bulabilmem imkansızdı. Çünkü ne bir tanıdığım vardı ne de birinin bişeyiydim. İşten ayrılışım kesinleşti, Barcelona'ya gidiş tarihim yaklaştı ben bu arada bir kaç seyahat acentasına tur rehberi olarak iş başvurusu yaptım, e sosyoloji mezunu olduğumdan olsa gerek hiç biri geri dönmedi. O arada başka iş başvuruları da yaptım, para biriktirmek için yine part time işlerde çalıştım. Zaman çok hızlı geçti ve vize başvurum geldi. Başta çok korkuyordum. Zira konsoloslukların sağı solu belli olmuyor. Biri çok girişli olmak üzere Shengen vizem vardı, bir de bir aylık ispanya vizem vardı. Ama artık ne öğrenciydim, ne de çalışan. Ev hanımı kontenjanından sadece çok da yüklü olmayan bir hesap cüzdanı ve hostel rezervasyonlarıyla başvurduğum İspanya vizesi umarım bu bi haftayı bana çok görmeyecek derken, Hola ile karşılayan görevliden aldığım pasaportta çok girişli tam üç ay geçerli 90 günlük vizem vardı. Ben bu işaret saydım. İyiye mi kötüye mi yorsam o an bilemedim. Gidiş dönüş tarihim belliydi. Ama ya daha fazlası? Ona da orada karar verecektim.

Biri Manresa diğeri Hospitalet de Llobregat'da olmak üzere iki projeye, İstanbul'da Helsinki Yurtdaşlar Derneğindeki saha araştırmacısı pozisyonuna başvurdum. Her gelen cevabı işaret sayacaktım, ne olacak bilmeden,  ve evimden 3079 kilometre öteye doğru yola çıktım.

http://www.dailymotion.com/video/x9jky4_mazhar-alanson-bu-ne-bicim-hikaye-b_music
Esperanza : Umut