Gunler akip gidiyor ve ben yetisemiyorum. Yazacak oyle sey var ve ben o kadar yorgunum ki. Geleli tam iki hafta oldu ve ben bu iki haftada iki aya sigacak kadar cok sey yasadim. Nerden baslasam nerden baslasam en iyisi en bastan baslamak. Tasi taragi toplayip kondum buraya ve suan sanki bir filmin ya da hayalin icindeymisim gibi. Koreli, Japon, Israil ve Rusya'dan gelmis sinif arkadaslarim, mimiklerini muthis kullanabilen eglenceli ispanyolca ogretmenim Elena, italyan patronum Alice, eglenmeye doymak bilmeyen bir alman ve amerikaliya couchsurfing evlerinde pek mutlu mesut yasayan yeryuzunun en sicakkanli insani ve buradaki en gercek arkadasim Nasy, erasmusla geldigi ispanyaya 1 senelik madrid macerasina 1 senelik barcelona macerasi ekleyen italyan Francesco, cay icerken Nasy sayesinde tanistigim ve Recep Tayyip Erdogani basbakan olarak isteyen (saka degil) yunanli Nikolas, kendini katalan ve ispanyol her ikisi birden hisseden sevgilim ve bir de ben... Belki de atladigim niceleri. Karadeniz fikrasi tadinda bardaga opucuk diyip kopuyor (beso , vaso), spanenglsih cumlelerle cat pat konusmaya calisiyor ve burada yasamaya calisiyoruz. Ekmege dometes surup uzerine zeytinyagi gezdiriyoruz kahvalti da. Ders aralarinda hergun ayni yerden kahve aliyoruz. Cay ben iciyorum sadece. Ve satici hergun sut de koyim mi diye soruyor ve ben her gun ben ingiliz diye yanitliyorum onu gulusuyoruz. Metroya bindigimizde tanimadigimiz insanlara Hola! diyip kocaman gulumsuyoruz. Arabalar trafik lambalarinin oldugu yaya gecitlerinde yol veriyor, herkes tesekkur ederken ben sasirmaktan karsiya gecemiyorum. Buyuk kucuk farketmez erkeklerin hepsi yol veriyor, kapini tutuyor.
Hava cok guzel, ben cok mutluyum bir de su ozlem olmasa....
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder